"Benküre/Planet I" sergisinden genel görünüm. 

ha:ar “Benküre/Planet I”ı Anlattı

//

Heykeltraş Hande Şekerciler ve yeni medya sanatçısı Arda Yalkın’dan oluşan sanatçı ikilisi ha:ar’ın disiplinlerarası çalışmalarından oluşan “Benküre /Planet I” sergisi Zülfaris, Karaköy’de kapılarını açtı. Odeabank’ın sanat platformu O’Art tarafından hayata geçirilen sergi, 4 Kasım’a kadar görülebilecek.

Galeri Siyah Beyaz’ın temsil ettiği Hande Şekerciler ve Arda Yalkın “Benküre /Planet I” sergisini, üretimlerini ve projelerini ArtDog Istanbul’a anlattı.

“Benküre / Planet I” sergisi, kim olduğumuz hakkındaki düşünceleri; bu düşüncelerin nasıl geliştiğini ve ne tür etkileşimler yaratabileceklerini araştırıyor. Sergi projesi nasıl ortaya çıktı?

Hande Şekerciler: Öncelikle şunu söylemem gerekir ki Benküre hem içerdiği işlerin üretimleri, hem mekanı ele alışımız itibariyle “beyaz küp” sergilerinden farklı, çok zor bir prodüksiyondu. Odeabank O’art’ın ana destekçi olarak varlığı, vizyonumuzu koşulsuz desteklemeleri ve projeye olan katkıları kendi başımıza yapabileceğimizin çok ötesinde bir sergi gerçekleştirmemizi sağladı. Aynı şekilde serginin en büyük parçalarından biri olan Mindflow gibi büyük teknik imkanlar ve özel cihazlar gerektiren bir düzenlemeyi gerçekleştirmek LG Türkiye’nin katkıları olmadan çok zor olurdu.

“Benküre/Planet I” sergisinden genel görünüm.

İşin hikayesine bakarsak, bu sergi aslında 2020 Mart ayında, bambaşka bir içerikle gerçekleşecekti. Fakat pandemi oldu. Biz de “bir, iki ay sonra yaparız” diyerek ertelediğimiz serginin içeriğini, önce Ankara ardından da Venedik, Milano ve Londra’da yaptığımız sergilerde olgunlaştırdık. Bu sergilerde gösterdiğimiz eserlerin üzerine yeni fikirler, yeni seriler ekleyip bambaşka bir şekilde yeniden kurguladık.
Benküre, son birkaç yıldır üzerine çalıştığımız Impossible Sculptures serisinin yeni edisyonlarının yanı sıra, daha önce hiçbir yerde göstermediğimiz, Refraction isimli vitray serisi gibi yeni yapıtlardan oluşuyor. CI’da gerçekleştirdiğimiz heykelperformansı “Disruption”ın çıktısı olan mermer heykelin bitmiş hali de sergide görülebilecek.

Son birkaç solo sergiyi ha:ar ile benim solo işlerimi iç içe gösterecek şekilde planlamıştık. Bu sergi de yine aynı şekilde benim yeni başladığım “saudade” isimli serimin ilk yapıtlarını içeriyor.

Arda Yalkın: “Kendi ikonografimizi yaratmaya çalışıyoruz ve çoğumuz yavaş yavaş oradaki benliğimiz ile hastalıklı bir ilişki kuruyoruz. Oradaki bizi de -tıpkı ikonalar gibi- kutsal kabul ediyoruz.”

• Serginin ismi ‘yerküre’den dönüştürülen ‘Benküre’. Bu başlığın seçilmesinde neler etkili oldu, tema ve seçkideki eserlerle ilişkisini nasıl açıklarsınız?

Arda Yalkın: ha:ar, bir çok eserinde, kendimiz, hayal ettiğimiz kendimiz ve teknolojinin olmamızı istediği insan arasındaki savaşı işliyor. Teknoloji kelimesini özellikle kullandım, çünkü özellikle son yüzyılda insanlığın sürüklendiği yönü belirleyen şeyin düşünce (felsefe) değil teknolojinin kendisi olduğuna inanıyorum. Olduğumuz ve olmak istediğimiz/olduğumuza inandığımız kişi hiçbir zaman aynı olmadı, çünkü kendimiz hakkında objektif olabilmemiz imkansız. Bu objektifliğe sahip olduğumuz kadar “bilge” sayılıyoruz sanırım. Teknolojinin düşünsel gelişimimizin çok önünde bir hızla ilerlemesinin bir sonucu olarak, bu iki insan yani biz ve kurmaca benliklerimiz arasındaki uçurum inanılmaz bir hızla büyüyor. Sosyal medya üzerinden sürekli olarak iletişim halinde olmak ve kendimizi metalar/tüketim fetişi üzerinden ifade etmeye zorlanmak bizi başka “ben” ler yaratmaya ve bunlara adeta tapınmaya zorluyor. Ben de bu salgının dışında değilim, kendimi sürekli olarak “bunu neden yaptım şimdi, ben böyle olmak istemiyorum” derken buluyorum yani akıl vermekten, başkalarını eleştirmekten çok bir durum tespiti yazdıklarım.

Benküre, -tamamen değil ama- kurmaca benliklerimizi dünyaya pazarlarken oluşturduğumuz ikonografi ile ilgili bir sergi çoğunlukla. Benim Ortodoks ikonografisine takıntım var. Dini referanslardan bağımsız olarak ikona üreticilerinin kendilerini “tanrının iradesi ile yönlendirilen aracılar” olarak tanımlaması ve milyonlarca insanın buna inanması bana büyüleyici geliyor. Sanırım, sosyal medyaya angaje olduğumuzdaki ruh halimizi biraz ikonagraflara benzetiyorum. Kendi ikonografimizi yaratmaya çalışıyoruz ve çoğumuz yavaş yavaş oradaki benliğimiz ile hastalıklı bir ilişki kuruyoruz. Oradaki bizi de -tıpkı ikonalar gibi- kutsal kabul
ediyoruz. Bu düşünce yapısı bize bütün evrenin dünyanın çevresinde döndüğünü sanan dönemleri çağrıştırdığı için serginin ismini “Planet I” olarak koymuştuk. Bu ismi Türkçeye “Ben Gezegeni” olarak çevirmiştim ama Kasım ayında çıkacak sergi ile aynı adı taşıyan kitabımızın editörü Merve Akar Akgün “Benküre” olarak çevirdi ve çok daha iyi oldu.

“Benküre/Planet I” sergisinden genel görünüm.

Hande Ş.: İnsan çok garip, kendi yarattığımız hikayelere inanıyoruz ve bunlar etrafına koca bir medeniyet inşa edebiliyoruz… Sosyal medya bizim kuşağımız için hayatımıza sonradan giren bir olgu fakat daha genç kuşaklar için hayatın kendisi. Bizim daha erken yaşlarımızda fiziksel ve sınırlı çevremizde yaşadığımız şeyleri onlar sınırsız bir çevrede yaşıyor. Bu da bizim “kendini ikonolaştırma” olarak tanımladığımız durumu ortaya çıkarıyor sanırım. Dolayısıyla aslında her şey bununla ilintili. Düşünün henüz liseye başlamadan inanılmaz bir takipçi kitlesine ulaşıp, kanaat önderi olabiliyorsunuz! Oysa ki henüz o vasfı alacak karakter özellikleriniz, bilgi birikiminiz oluşmamış bile. Ama sizi alkışlayan öyle büyük bir “arkadaş” çevreniz var ki, yarattığınız bu parıltı sizin de gözünüzü kamaştırıyor. Kısacası her şey bugünlerde sosyal medya dediğimiz ama yakın gelecekte hayatın kendisi olacak bu teknolojilerle ilgili.

• “Benküre”, mermer, cam, metal gibi geleneksel malzemeleri ışık, ses, ekran, bilgisayar yazılımları, yapay zekâ gibi teknolojik araçlarla birleştiriyor. Geleneksel sanatın yeni medya ile buluşması sizce hangi yeni kapıları aralıyor?

Hande Ş.: Yaratıcı düşünce herhangi bir bir medyumla sınırlanabilecek bir şey değil. Sanatçı olarak bu yaratıcı enerjiye sahipseniz, fikirlerinizi en iyi şekilde ifade edebilmek için size hizmet edebilecek her türlü araç-gereç teknolojiyi kullanıyorsunuz. Her ne kadar ne demek istediğinizi anlasam da ben bunu “yeni
medya” olarak sınırlandırmaktan imtina ederim. Zira heykel gibi oldukça geleneksel bir alanda bilgisayar destekli üretimler yapıyorum. Kullandığım bu teknikler/teknolojiler onu heykellikten çıkarmıyor. Kısacası aracın kendisi sanatın bağlamını belirlemiyor. Sadece bir yöntemi anlatmak için kullandığımız tanımlamalar olarak bakıyorum ben bu sıfatlara.

Hande Şekerciler: Zamanın ruhunu yakalamak ve hatta ilerisine geçip yeni ihtimalleri hayal edebilmek için bu teknolojilere, onları iş akışımıza katmaya ihtiyacımız var. Biz tam olarak bunu yapmaya çalışıyoruz.

Yeni medya olarak tanımladığınız bu araçlar bize asistanlarla elde edilemeyecek bir hız, yeni düşünme kapıları açan fikir parçaları veriyor. Faniler olarak kısıtlı vaktimizde çok daha nitelikli şekilde, neredeyse tüm aklımızdakileri üretebilme, düşüncemizin hızına bir a olsun yaklaşabilme imkanımız oluyor. Diğer taraftan, Arda’nın hep verdiği bir örnek: Yapay zeka, VR, AR, metaverse vb. gibi yeni hayat biçimleriyle ile ilgili bir konuyu geleneksel medyumlarla nereye kadar anlatabilirsiniz ya da anlatabilir misiniz? Zamanın ruhunu yakalamak ve hatta ilerisine geçip yeni ihtimalleri hayal edebilmek için bu teknolojilere, onları iş akışımıza katmaya ihtiyacımız var. Biz tam olarak bunu yapmaya çalışıyoruz.

ha:ar, Mindflow, 2022, Audiovisual Installation, 9 ch 4k video + 9 ch ses, 6”20’.

• Uzun süredir üzerinde çalıştığınız, 9 kanallı bir video-ses enstalasyonu olan “Mindflow” işinizin “bir müzik parçası olarak görülebileceği” belirtiliyor. Apple Müzik’te de yayınlanacak olan projeden bahsedebilir misiniz?

Arda Y.: Mindflow ha:ar’ın üzerinde yaklaşık 4 senedir çalıştığı çok katmanlı bir ses/video düzenlemesi. Bu katmanlardan ilkinde, yapay zeka bir kaynak olarak ele alınıp, bu kaynaktan gelen verinin bir performans sanatçısı üzerindeki etkisi sensör temelli ve yüksek hassasiyetli bir Motion Capture sistemi ile anlık olarak kaydedidi. İkinci aşamada, hem yapay zekadan hem de performans sanatçısı Ekin Bernay’ın bedeninden gelen verileri, iPhone üzerindeki Lidar tarayıcılarla kaydettiğimiz Zülfaris’in 3b nokta bulutu ile birleştirilip bir CGI video ürettik. Bu videoda, hem performans sanatçısının hem de mimari elemanların görsel temsili, motion capture verileri ile jeneratif olarak manipüle edildi. Son aşamada, 8 klasik müzik sanatçısı birbirlerinden bağımsız olarak bu videoyu izleyip doğaçlama performanslar gerçekleştirdi. Her müzisyenin 3b kamera ile çekilen görüntüleri ve ses kayıtları ayrı ayrı audio reactive videolar üretmek için kullanıldı.

İlginizi çekebilir:  2020 Frieze Sanatçı Ödülü Alberta Whittle’ın

Mimari, dans, yapay zeka ve bilgisayar tabanlı görüntü teknolojisini harmanlayan 9 video, 9 ses kanalından oluşan, sarmal bir yerleştirme olan Mindflow, klasik müziğin sıkı kurallara bağlı, geleneksel yapısını rastlantısallık ve doğaçlama ile dönüştürerek yeni bir müzik bestesi üretmeyi ve bu beste üretilirken kullanılabilen süreci jeneratif yapılarla görselleştirmeyi hedefliyor.

Mindflow serginin kavramsal omurgasına bağlanmıyormuş gibi gözükse de, aslında bağlantılı. Son derece kuralcı, hatta kurallar olmadan icra edilemeyen klasik müziğin enstrümanlarını ve bu müziği icra eden sanatçıları alıp, tamamen rastlantısallık ve doğaçlama ile yönlendirerek alternatif bir müzik eseri üretilmesine aracılık ettik. Bunu bir tür ikonoklast eylem olarak düşündük.

“Bu Sergi Bizi Mimariye Yaklaştırdı”

• “Mindflow”un en önemli çıktılarından biri müzik. Diğer sanat dallarıyla ilişkiniz üretimlerinizi nasıl etkiliyor?

Arda Y.: Aslında bu konuda sandığım kadar yetenekli olmadığımı fark edene kadar müzisyen olacağıma inanıyordum. Bir sürü yerde çaldım. Sonra profesyonel olarak ses teknolojisi ile ilgilendim. Görüntü ile ilgilenmeye başladığımda yine bir sürü önemli müzisyen için sahne görselleri tasarladım, video performansları gerçekleştirdim. Müzik videoları yönettim, özellikle animasyon müzik videoları ürettim. Hatta, geçen sene pandemi sırasında Hande ile tamamen animasyon bir müzik videosu yapmıştık Gazapizm ve Gaye Su Akyol için, sanırım 20 milyona yakın izlendi.

Müziğin insanların üzerinde -başka hiç bir sanat dalında olamayacak- provoke edici, ayinsel bir etkisi var. Bir konser rahatlıkla bir toplu isyana dönüşebilir. Bu nedenle müzik ile özel bir bağım var.

ha:ar, Refraction no:9, 2022, vitray camı x led ışık, 80 x 100 cm.

Yeni medya sanatı, daha geniş perspektiften bakarsak bilgisayarlar sanatçılara sadece diğer sanat dalları ile değil, tüm pratiklerle iletişim kurmak için inanılmaz imkanlar sağlıyor. Geçmişte hangi disiplin ile uğraşıyor ya da uzmanlaşıyor olursanız olun, o pratiğin kendi araçlarını kullanmak zorundaydınız. 50’lerde bir uçak mühendisini düşünün, aerodinamik hesaplamalarını ya da malzeme seçimleri yapmak için deney ve gözlem yapmanın yanısıra, hava tünellerinde çalışarak elde ettiği verileri kullanıyordu. Bugün, neredeyse tüm disiplinlerin ortak üretim aracı olan bilgisayar sayesinde, bir yeni medya sanatçısı ile bir uçak mühendisi neredeyse aynı parçacık simülasyonu teknolojilerini, farklı amaçlarla kullanıyorlar. Üstelik bir mimar, oşinograf ya da meteorolog da benzer araçları kullanıyor. Bu nedenle özellikle teknolojiye hakim sanatçılar konvansiyonel medyumların dışına rahatlıkla çıkabiliyorlar. Biz de bu imkanları kullanmak istiyoruz tabi. Örneğin bu sergi bizi mimariye yaklaştırdı. Taşınabilir eserlerin yanında kalıcı, mimari yapılara entegre eserler üretmek istiyoruz artık.

“Kendi Işığı ve Çerçevesiyle Tek Başına Var Olabilen Vitraylar”

• Yapay zeka kullanarak ürettiğiniz “Refraction” serinizden bahsedebilir misiniz? Vitrayı mekandan bağımsızlaştırma ve ‘her bir vitrayı kendi ışığıyla birlikte sunma’ fikri nasıl gelişti? Vitray ve dijital ekran arasında bu anlamda bir bağ kurmak mümkün mü? Projenin aşamalarını kısaca anlatabilir misiniz?

Hande Ş.: New York Metropolitan Müzesi’nde Fransa’dan olduğu gibi sökülüp, sergi için oraya getirilen ve birebir yeniden kurulan minik bir şapel görmüştük. İnanılmaz ince çalışılmış bir vitray işçiliği örneğiydi. O günden beri bu tekniği nasıl kullanırız düşünüyorduk. Sonunda mimariden koparma fikri gelişti. Zira öteki türlü istediğimiz gibi müdahale edebileceğimiz ama aynı zamanda Zülfaris gibi tarihi bir mekan bulmak neredeyse imkansız olacaktı. Bu şekilde kendi ışığı ve çerçevesiyle tek başına var olabilen vitraylardan oluşan Refraction serisine başladık.

• Seçkide aynı zamanda son dönem eserlerinizden, mermer ve bronz heykellerden oluşan “saudade” serisinden işler yer alıyor. “saudede”dan ve sergideki diğer işlerle bir araya gelerek oluşturdukları enerjiden bahsedebilir misiniz? Özellikle bu seriden işlerin seçkiye dahil olmasında neler belirleyici oldu?

Hande Ş.: Ankara CerModern’de eş zamanlı olarak iki ayrı solo yapmıştık. İzleyici ikimizin üretimleriyle heykellerimi bir arada izlemekten çok keyif aldığını ve aradaki bağlantıları daha iyi okuduğunu ifade etmişti bize. Bunun üzerinde bu sergilerin hemen arkasından gelen Venedik, Milano ve Londra’da arka arkaya yaptığımız sergileri bu iki solo gösterimi iç içe geçmiş şekilde kurguladık. Bu bizim yapmaya çalıştığımız gelenekle beslenip, çağdaş yöntem ve teknolojileri kullanarak yeni bir söylem oluşturmaya çalışma amacımızı da çok daha net ifade edebilmemizi sağladı. Bir süredir aynı seriler üzerinde çalışıyorduk ve artık onların sözünün bizim için tamamlandığını anladık. Yeni araştırmalara, vitray gibi yeni tekniklere yönelmeye başladık. Bu arayış sırasında benim solo kariyerimde bugüne kadar hiç kullanmadığım mermerle yolumuz kesişti. O sırada saudade üzerine eskizler yapmaya başlamıştım ve mermerin dokusunu, anlatımını bu seride kullanmak istedim. Bu şekilde ha:ar’ın CI’daki heykel-performansıyla eş zamanlı olarak ilk mermer heykellerimi yapmaya başladım. Bu sergide de bu ilk örnekler görülebiliyor.

Hande Şekerciler, saudade no:1, 2022, Afyon White marble, 55 x 44 x 43 cm.

• Sergideki eserlerin ve atmosferin ziyaretçilerde bırakacağı hisse, oluşturacağı sorulara/düşüncelere dair neler söylemek istersiniz?

Arda Y.: İkimiz de Rönesans döneminin ilahi olanı dünyaya indiren görselliğine, o dönemin işçiliğine, mühendislik çözümlerine büyük hayranlık duyuyoruz. Bunun sanat dünyasında bir tür ayıp sayıldığının farkındayım -sanki görselliği güçlü olan, rengi, dokusu, işçiliği ile ilgi çeken bir yapıtın arkasında fikir, araştırma ya da politik söylem/eleştiri olamazmış gibi bir düşünce var. Biz bunun olabileceğine inanıyoruz.

Hande Ş.: Bir eser form ve düşünceyi bir araya getirdiğinde ifade buluyor diye düşünüyorum. Ya da bize kendi hikayemizi anlatmak için yol açtığında, başka bir dünyanın kapısını araladığında… Biz de bunu yapmaya çalışıyoruz. Bir yandan da kültür sanatta hayattaki diğer her şey gibi birbirinin üzerine eklemlenerek var oluyor. Bizde gelenekten beslenerek çağdaş araçlarla ürettiğimiz bir anlatı kuruyoruz. Ve ürettiklerimizi sergilerken Zülfaris gibi katman katman eklemlenmiş hikayesi olan mekanları tercih ediyoruz.

• Bundan sonrası için belirli olan başka projeleriniz var mı?

Hande Ş.: Bu sergiden sonra Mindflow’un, Miami Art Week kapsamında The Bass Museum’da gerçekleştireceğimiz özel bir gösterimi için Miami’ye gidiyoruz. Bu sırada CI’da sergilediğimiz heykel-performans işimizin dünyada farklı birkaç şehirde gerçekleştireceğimiz performansları için görüşmeler devam ediyor.

Hande Şekerciler, Arda Yalkın.

 

Previous Story

Kundura Sinema’dan Belgesel Seçkisi

Next Story

Pera’da “Cumhuriyet Dönemi Bestekârları” Konseri

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.