Danteller ve Kadınlar Sandıktan Kamusal Alana

Türkiye’deki ilk kişisel sergisi Yüzünde Bir Ev’i Eskişehir’de açan Gözde Ju: “İçinde yaşadığımız toplumsal coğrafyanın kültürel hafızası fotoğraflar yoluyla dantellerin, kumaşların üzerinde görülebiliyor. Ailemin kadınlarına ya da başka ailelere ait olan ortak hikâyeleri anlatırken göçü, toplumsal cinsiyet ve tahakkümü eleştiriyorum” diyor.

//

Gözde Ju’nun Türkiye’deki ilk kişisel sergisi Yüzünde Bir Ev Eldem Sanat Alanı’nın FIRIN alanında feminizm ve erillik, göç ve ev gibi çoğulcu kavramlar üzerine açıldı. Ju, uzun dönem Eskişehir’de eğitim alıp burada yaşadıktan sonra, Frankfurt’a taşınarak üretimlerini gerçekleştirmeye devam etti. Yapıtlarında dantel, buluntu nesne, fotoğraflar, nakış gibi üsluplar ve disiplinlerle çalışan bir sanatçı olarak; kadın, kimlik, göç, geleneksellik ve ev mefhumu gibi kapsamlı bir kavramsal bütünlüğü Yüzünde Bir Ev sergisinde irdeliyor. Sergi 31 Aralık’a kadar Eskişehir’de Eldem Sanat Alanı|FIRIN’da izlenebilir. Gözde Ju ile sergisini konuştuk.

Gözde, EKSAV Vakfı’na bağlı Eldem Sanat Alanı’nın deneysel mekânlarından birisi olan FIRIN’da kısa süre önce açtığın Yüzünde Bir Ev sergisi Türkiye’de açtığın ilk kişisel sergi, serginin formal ve kavramsal biçiminden bahsedebilir misin?

Yüzünde Bir Ev senin de belirttiğin gibi Türkiye’deki ilk kişisel sergim ve bu ilkin Eskişehir‘de olmasının benim için ayrıcalıklı bir yeri var. Eskişehir; büyüdüğüm, sayısız ilkleri yaşadığım bir yer. Dahası bana yıllar yılı ev olmuş, yol olmuş bir yer. Eve Dönüş’ümü, kavramsal yapısını ‘ev’ üzerine kuran bir sergiyle kutladık. Yüzünde Bir Ev, burayla kurduğum bağı derinleştirerek başka bir boyuta taşıdı. Vesile olduğu için EKSAV Eldem Sanat Alanı ve ekibine çok teşekkür ediyorum.

Serginin kavramsal yönelimine gelebilirim bu noktada. Frankfurt’ta yaşamaya başlamamla birlikte yaşamımda birçok şey değişti. Göçü deneyimleyen ve yakından gözlemleyen biri durumuna geçmiş oldum. Bununla birlikte ‘Ev’i yoğun bir şekilde düşünmeye, hissetmeye, evin izini sürmeye başladım. Yüzünde Bir Ev; en genel haliyle kimlik, aidiyet, hafıza, kültür ve cinsiyet kavramlarını “ev” kavramı üzerinden okuyan bir sergi. Sergide bana ve aileme ait kişisel hikâyeleri paylaşıyorum, bu hikâyeler bir şekilde bellekte yer edinen toplumsal meselelere referans veriyor.

Yüzünde Bir Ev bize neyi çağrıştırıyor? Sergi FIRIN’ınikonik mimarisi içinde kapsamlı bir sergileme ile detaylıca yerleştirilmiş. Hangi disiplinden eserlerini izliyoruz?

Yüzünde Bir Ev, Ev’e bakmanın, onu görmenin yollarını arıyor diyebilirim. Bunu yaparken, geçmişin parçaları olan danteller, kişisel aile fotoğrafları ve buluntu fotoğraflardan yararlanarak bugünün mekânlarına dâhil ediyor ve tabii hafızaları canlı tutma isteği var. Geçmiş ve bugünü hatta geleceği bağlama isteği var. Bu isteği video, ses, dantel, dikişler gibi birbirini destekleyen yerleştirmelerle gerçekleştiriyor.

ArtDog Istanbul 19. Sayı150,00“CUMHURİYET’İN İKİNCİ YÜZYILI” Sayısı

ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.

Kapak Görseli: Mustafa Kemal Atatürk, Ankara’da açılan bir sergide heykeli incelerken, 1934, BYEGM
Kapak Tasarımı: Burcu Ocak

Başarılı

Buluntu nesnelerden söz ettin? Bunlar neler ve sergide onları nasıl değerlendiriyorsun?

Çok uzun zamandır gittiğim her ülkenin antikacılarından ve bit pazarlarından fotoğraflar topluyorum. Arkasındaki notlarla birlikte bu anıların izini sürmeye çalışıyorum. Başkalarına ve aileme ait fotoğraflardan yararlanarak kadınların hatıralarının, geçmişlerinin, bilinçlerinin gerçekliği ve belirsizliğine işaret ederken aynı zamanda fotoğraflarıyla büründükleri bir takım rolleri; kimlik, cinsiyet ve bellek gibi kavramları sorgulanır hale getirmeyi amaçlıyorum. Ve bu fotoğraflar sergi boyunca bazen nakış bazen de ışık olarak karşımıza çıkıyor. Tabii ailemdeki kadınların ürettiği, sandıklarda uzun yıllar saklanmış danteller de var. Domestik ve eve ait olan bu danteller sergiyle beraber yıllarca saklandıkları yerlerden yeryüzüne çıkarak kamusal alana taşınıyorlar. Tıpkı arkeolojik bir kazıdan çıkmış sosyo-kültürel değeri olan nesneler gibi yüzeydeler artık. Fotoğrafları, anıları, hatıraları ve kültürel imajları bu güne taşıyorlar ve canlılar. Danteller; aileyi birleştiren, evi taşıyan, evi güzelleştiren, evi ev yapan kültürel nesneler bir nevi. Toplumsal ve kültürel miraslar bu dantellere ilmek ilmek işlenerek kadın bedeninin bir parçası haline gelmişler. Bu nedenle hayatta kalmayı hak eden nesneler olarak görüyorum dantelleri.

İlginizi çekebilir:  Karşınızda 59. Venedik Bienali

Serginde binlerce dikişten oluşmuş yüzler görüyoruz. Bir ifade olarak bu insanlar kimler, yapıtlarda yer alan çiçeklerin anlamları üzerinden dantel ve nakış gibi meşakkatli bir üretim ile nasıl eserlerinde yer buluyor?

Nakışlarla bir arada duran bu yüzler göçmenlik, yer ve ev değiştirme deneyimini yaşamış ailelere ve kadınlara ait. Yüzlerin büyük çoğunluğu kendi aileme ait olsa da hikâyesine tanıklık ettiğim, dokunduğum başka ailelerin yüzleri de var. Mesela Ev düşü adlı yerleştirmem 1960 döneminde Türkiye’den Almanya’ya işçi olarak giden göçmen ailelerin portrelerinden ve fotoğrafların arkasına yazılan cümlelerden oluşuyor. Yerleştirme, göçmen ailelerin arkalarında bıraktıkları coğrafya ile olan aidiyet ve bellek bağlarını gözler önüne taşıyor.

Nakış ve dantel işi sabır ve zaman isteyen incelikli bir iş. Aynı zamanda dümdüz bir malzemeye ipe biçim verme işi var. Arkadaşım Mine, kullandığım nakış ve danteller için aynı Virginia Woolf ´un Spider web metaforu gibi diye bir yorumda bulunmuştu. Bu tanımı ben de çok benimsedim. Şöyle diyor Woolf; “… örümcek ağıgibidir, çok hafif de olsa yine de dört bir köşesinden hayata tutunur. Çoğunlukla pek fark edilmez bu tutunuş; o köşelerde kendiliklerinden asılı gibidirler.” Ben de benzer şekilde nakışın; zanaat tarafını da muhafaza ederek, biçim verme ve hafızayı tutma işi olduğunu düşünüyorum.

Kullandığım çiçekler, toprağı ve yerel kültürle iç içe geçmiş olan bir hafızayı temsil ediyor. Fotoğraflarla birlikte birbirlerini hem kavramsal hem de biçimsel olarak destekler durumdalar. Her bitkinin kendi coğrafyasına referans veren isimleri ve anlamları var. Bu bitkiler bize, aidiyetleri, kökleri ve sınırlarla birlikte kurulan toprağı hatırlatıyor. Mesela karanfil birçok kültürde yeniden doğuşu simgelerken burada direnişin ve mücadelenin sembolü olabiliyor. Burada bitkinin hafızası coğrafyanın deneyimiyle birleşiyor.

Gözde Ju, Yüzünde Bir Ev

Feminist bir anlatı ile göç mefhumunu sergide titizlikle harmanlıyorsun. Ev, aidiyet ve kadın kavramları arşivsel ve belgesel nitelikte bu sergide önemli bir tartışma sunuyor. Aynı zamanda emek-gelenek kavramlarına da ışık tutuyorsun. Bu bağlamları nasıl yan yana getiriyorsun?

Politik bir nesne ve eylem olduğuna inandığım dantel ve nakış, şiddetle örülmüş ve örülmekte olan ataerkil topluma karşı şiddetten uzak, daha kırılgan ve hassas bir form olarak karşımıza çıkıyor. Sergiyi küratöryel tek bir iş olarak değerlendirdiğimde bu kırılganlığın ve hassasiyetin daha belirgin bir şekilde mekânla birlikte algılanabildiğini düşünüyorum. İçinde yaşadığımız toplumsal coğrafyanın kültürel hafızası fotoğraflar yoluyla dantellerin, kumaşların üzerinde görülebiliyor. Ailemin kadınlarına ya da başka ailelere ait olan ortak hikâyeleri anlatırken göçü, toplumsal cinsiyet ve tahakkümü eleştiriyorum. Kadınların ortak dili olması dışında kadının evi güzelleştirmek adına incelikle ördüğü danteller, kadının ev içi görünmeyen emeğiyle bütünleşerek politik nesnelere dönüşüyor. Aile içi ilişkiler, evin çelişkileri, toplumsal cinsiyet rolleri, evi kurmak, aileyi kurmak… Peki kadın tüm bunların neresinde? Kuşaktan kuşağa aktarılan bu hafızayı canlandırmaya çalışıyorum. Başka kadınların deneyimleri ve benim deneyimlerim yan yana ilmekleniyor diyebilirim.

Previous Story

Kağıt Üzerinde Rothko

Next Story

Yaradana Nankörlük

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.